24 Mart 2017 Cuma

ORHAN SUAT BİYOGRAFİSİ

ORHAN SUAT KİMDİR?

27.06.1947 yılında Evlâd-ı Fatihân topraklarından Bulgaristan Lofça İli Lukovit kazası  Bejanova köyünde doğdu.
Kendisi bir Evlâd-ı Fatihân olarak ailece 1950 yılında TC ile Bulgaristan arasında yapılan anlaşmalarla serbest Göçmen olarak Edirne Karaağaç göçmen kampına o zamanın tek ulaşım aracı olan Trenle Anavatan Türkiye'ye geldi.
Babası uzun yıllar çalıştığı kurum olan Tekelden emekli Tekelci olarak bilinen merhum Osman SUAT ,Annesi Kurtuluş Mahallesinin ablası merhum Zehra SUAT' tır.
Üç erkek evlâdın Hakkı, Orhan, Burhan ‘nın ortancasıdır.
Göçten sonra yerleştikleri Lüleburgaz’da İlk orta ve Liseyi okudu 1964-65 yılında Liseyi bitirdi ve ayni yıl Edirne Erkek Öğretmen Okulunu dışardan bitirdi.
O sene girdiği Üni sınavında Ank Üni Hukuk, Eczacılık, Basın Yayın, Dil Tarih Fakültelerini kazanmış olmasına rağmen harç ödemelerinin ekonomik olarak fazla olması nedeniyle AİTİA Lise diplomasıyla parasız kayıt oldu. Ayni dönemde Öğretmen Okulu diplomasıyla da Ankara’da yaşayan öz amcası Veteriner Hekim ve Avukat Süleyman SUVAT’ın önerileriyle Leyl-i Meccâni (parasız yatılı ) olarak Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü, İngilizce Bölümüne girdi.
1969-70 döneminde GEE mezun olarak mecburi hizmeti için Karadeniz'in en güzel ve en yeşil kenti  ORDU’ ya ORDU LİSESİ’NE ilk tayin oldu ve tam üç yıl burada çalıştı.
Çok büyük bir sevgi ile 1973-74 eğitim yılında kendi mezun olduğu Lüleburgaz Lisesine nakil oldu. Ayni yıl bu okulda hem öğretmen hem de idareci Müdür yardımcısı oldu.
1980 yılında Müdür Başyardımcı iken kazandığı yurtdışı sınavı ile Yunanistan Gümülcine Celâl Bayar Türk Lisesine İngilizce öğretmeni olarak atandı.
Burada iki öğretim yılı 1981-82 ve 1982-83 yıllarında İngilizce öğretmeni olarak çalıştı.
15.Kasım.1983 tarihinde kesin dönüşle önce Lüleburgaz Lisesine oradan boş bulunan Ticaret Lisesi Müdürlüğüne getirildi.
Burada yaptığı hizmetle iki yıl içinde 1983-84 ve 1984-85 bugünkü yeni okul binasının yapımında görev aldı.
Kendi isteği ile 1985-86 1986-87 1987-1988 tekrar Lüleburgaz Lisesinde öğretmen oldu
1988-89 yılında ilk kez açılan LÜLEBURGAZ ANADOLU LİSESİ kurucu ve ilk müdürlüğüne getirildi.
1989-1966 yıllarında görev aldığı bu okulun adını duyurdu ve Trakya’da kazandığı başarılarıyla bayrak yaptı ancak 1966 yılında ailevi nedenlerle ilk kez emekli oldu.
Bir buçuk yıl sonra MEB daveti ile ikinci kez yeniden göreve döndü ve bu defa o zaman adı Kız Meslek Lisesi olan okula atandı, burada beş yıl çalıştı ve 30 yıl hizmetten sonra Temmuz 2002 de ikinci kez emekli oldu.
O zamandan beride çok sevdiği Lüleburgaz'da ikâmet edip serbest gazetecilik ve araştırma ve incelemeler yapmakta kitap yazmaktadır.1999 yılından beri E. Öğretmen Yüksel Suat ile evlidir.
Kendisi yapısı ve eğitimi ile Vatanına, Milletine, Bayrağına, İstiklal Marşına, Ezanına sahip çıkan katıksın idealist ve inançlı bir Atatürkçüdür.
Atatürk ve Atatürkçülük uğrunda yıllarca mücadele veren Orhan SUAT hocamızın bu konuda İng olarak derlediği “ATATURK SAYS” yani “ATATÜRK DİYORKİ “ isimli bir İngilizce kitabından başka 1978 yılında Lüleburgaz Sokollu Mehmet Paşa Halk Kütüphanesi yapımına yardımcı olması amaçlı yazdığı “HER YÖNÜ İLE LÜLEBURGAZ “ vardır. Bu kitabını emekli olduğu 2002 de yeniden yazmışsa da basılmasına sponsor bulamadığından arşivinde kalmıştır. Ayni şekilde 1982 yılında Lüleburgaz Hürfikir gazetesinde 80 gün tefrika edilen “ATATÜRKÇÜ ÖĞRETMEN REHBERİ” kitabıda hala basılamamıştır.
Emekli olduktan sonrada kitap yazma çalışmalarına ağırlık veren Orhan SUAT hocamız “90 yılda Kırklareli’den seçilen parlamenterler albümünü” çıkarmıştır.
Arkasından “Tavil Mehmet Paşa (Sokollu) Menzil Külliyesi” kitabını ve son olarakta
“100 Yılında Balkan Savaşı Acısı” isimli kitabını çıkartmıştır.
Tüm kitaplarını Lüleburgaz Halkına okumaları amaçlı bedavaya dağıtmıştır.
Kendisi Lüleburgaz için birçok eski yeni STK gönüllü olarak görev yapmış olup hala bazı Derneklerde fiilen çalışmaktadır.Halen Lüleburgaz FB Derneği, Lüleburgaz ADD, Lüleburgaz Türk Ocağı Derneği ,Lüleburgaz Lisesi Eğitim Vakfı  LÜLEV ile Lüleburgaz Anadolu Lisesi Eğitim vakfı LALEV kurucu üyesidir Lüleburgaz’da ki herkes ve görev yaptığı okullardan yetiştirdiği yüzlerce her meslekten öğrencileri kendisini tanımakta olup Bilgisayar teknolojisiyle iletişim kurup haberleşmektedir. Orhan Suat’ın Facebook Twitter ve Google + hesapları olup ayrıca e-posta adresi orhansuat@gmail.com olup posta adresi ise ORHAN SUAT-PK.91-LÜLEBURGAZ


2 Şubat 2012 Perşembe

RUHUN ŞAD OLSUN EY KAHRAMAN !

UNUTULAN “ŞHT PLT ÜTĞM İBRAHİM GERÇEK’İN” HAYAT HİKAYESİ NEDİR?

Sevgili Lüleburgazlı hemşerilerim unutmayınız ki her yılın 21.Şubat tarihi bundan uzun yıllar önce bu tarihte yani “21.Şubat.1963” Perşembe günü gündüz sabahleyin saat 10.30-11.00 sularında rutin görev uçuşu için F-84 G Jet uçağı ile havalandığı Bandırma 6 Ana jet üssünden kalkarak Lüleburgaz’ın eskiden “Hava Radar Mevzii Komutanlığı” olan askeri tesisin üstüne geldiği sırada kaderin bir oyunu olarak beklenmedik bir anda uçağının hidrolik tesisatının patlaması nedeniyle arızalanarak kaçınılmaz bir sonla şehrimizin bir mahallesinin üzerine düşeceği anlaşıldığından o uçağın pilotu olan Şht.Plt.Ütgm İbrahim Gerçek’e Radar üssünden telsizle hemen paraşütle atlaması gerektiği söylenmiş olsa da bu kahraman pilotumuz bu durumda uçağının kontrolsüz bir şekilde şehrin üstüne düşerek daha büyük bir faciaya neden olacağını düşünerek ani bir kararla adeta canını feda edercesine saniyeler içersinde uçaktan atlamayarak uçağının o zaman bomboş bir tarla olan ama günümüzde bir mahalleye dönüşen boş bir arsaya çakılarak anında şehit düşmüştür.

Merhum’un Soyadı gibi gerçek bir olay olan bu acı olayın üzerinden geçen bunca yıl sonrada Lüleburgaz’ı olası bir faciadan kurtaran bu kahramanın hayat hikayesi öğrenildiğinde İlçemizde inanılmaz bir üzüntü yaşanmıştı.Çünkü Şht.Plt.Ütgm İbrahim Gerçek 1939 Büyük Erzincan depreminde bütün ailesini kaybederek öksüz ve yetim kalmıştı.Devletimizin himayesinde büyüdüğü Yetiştirme yurdundan “Kuleli Askeri Lisesini” kazanmış oradan da kendi istek ve arzusuyla gittiği “Hava Harp Okulun dan (1959-1.)”birincilik derecesiyle mezun olmuş,İzmir Hava Eğitim merkezinde aldığı uçuş eğitimiyle Hava Jet pilotu olarak nasp olduğu şanlı Hava Kuvvetlerimizin Bandırma 6 Ana Jet üssü komutanlığı emrinde görev yaparken 21.şubat 1963 ikili tim halinde Lüleburgaz semalrında uçarken meydana gelen o meşum kazada Lüleburgaz’da şehit düşmüş ve aziz naaş’ı Hava Kuvvetlerince alınarak Bandırma’da mevcut “Hava Şehitliğin ”de toprağa verilmiştir Gerçek mezarı bugün Bandırma da olup yanı başında yine kaderin bir başka tecellisi olarak Malatya’da kendisi gibi beklenmedik bir şekilde şehit olan aslen Lüleburgaz’ın Hamitabat köyünden “ Şht.Plt.Ütgm Mustafa Özdilek” ile yan yana gömülüdür..

Ölümünden bir yıl sonra İlçemizin o tarihteki Belediye Başkanı merhum İrfan Oruç zamanında Şht.Plt.Ütgm.İbrahim Gerçek’in bu kahramanlığını ebediyen yaşatmak ve gelecek kuşaklara örnek bir isim olarak kalması için Belediye Başkanlığı ve Lüleburgaz halkınca açılan büyük bir yardım kampanyası ile şimdiki Gençlik Parkı denen yerde Şht.Plt.Ütgm İbrahim Gerçek adına çok özel bir projeyle “Hava Şehitleri Anıtı” yapılmış ve açılmıştır.Yıllarca bu Anıtta pek çok resmi anma törenleri yapılmış olmasına karşın aradan geçen uzun yıllar sonrasında burasının şehrin tam ortasında kalan bir yer olmasıyla birilerine rant sağlamak amacıyla iyi korunamadığından bahisle zamanın bir başka Belediye Başkanı Çetin Yelmez döneminde Belediye meclisinde alınan bir kararla bu anıt Edirne bayırındaki Genel Şehitlik parkına taşınacağından yıktırılarak ortadan kaldırılmış ve böylece Lüleburgazlıların canını kurtarmak için kendi canını veren kahraman ve aziz bir Türk subayının hatırası Lüleburgaz’dan silinmiştir. Bu yetmiyormuş gibi uçağının düştüğü nokta olan arsa önceden planda yeşil alan iken sonradan Belediye İmar planında yapılan değişiklikle arsaya dönüşmüş burası arsa olarak satıldığından Türk Hava Kuvvetlerince dikilen mihenk taşı satın alan bazı kişiler tarafından parçalanarak kırılmış ve halende öyle durmaktadır. Bir diğer ayıpta Şht.Plt. adının verildiği Caddenin tabelasında yıllarca adı yanlış yazılmıştır.şehidin öksüz ve yetim olması sonucunda ne arayanı var nede soranı var olmadığından adı hep “Pilot İbrahim Gerçeker Caddesi“diye yanlış yazılarak halkımıza yutturulmuştur.

Yeni kitabımı yazarken işte böylesine büyük bir kahramanın gerçek hayat hikayesini öğrendiğimde anısına yapılan ancak yıktırılan anıtının İlgililerden tekrar yapılarak Lüleburgaz’da dikilmesini istediğimde inanılmaz zorluklar ve güçlüklerle karşılaşmama rağmen yaklaşık beş yıldan beri şehidimizin hakkını arayan bir kimse olarak en olumlu gelişme TOKİ idaresi tarafından Lüleburgaz’da yapılan evlerindeki İlköğretim okuluna “Şht.Plt.Ütgm.İbrahim Gerçek İÖO” ismi verilmiştir.İnşallah Anıtının da dikilmesi yakındır.Yıllardır şimdiki Belediye Başkanı olan kişiden bu anıtın tıpkı İzmit’te Kocaeli Büyükşehir tarafından Seka Parkı içinde İzmit’in tek Hava şehidi adına yapılan örnekteki gibi yapılmasını talep etmemize karşın nedendir bilinmez bu vatan haini düşmanlar şerefli bir Türk Subayının onun yaşadığı şehrini kurtarmak adına canını verirken nedense hala bu anıtı yaptırmadığı gibi tarafımdan kendi paramla yapılmasını da engellemektedir.Ama yukarıda Allah var inşallah Yüce Allahın inayetiyle bu anıt gün gelecek Lüleburgaz’da dikilecektir işte o zaman Lüleburgaz Halkı manevi borcunu ödemiş olacaktır hayırlısıyla inşallah diyelim

HER YIL 21.02 GÜNÜ YAPILAN ANMA GÜNÜNÜN DUYURUSU

ANMA …

BUNDAN YILLAR ÖNCE 21.01.1963 GÜNÜ BANDIRMA 6. ANA JET ÜSSÜNDEN GÖREV UÇUŞU İÇİN F-84-G UÇAĞIYLA MUTAT GÖREV UÇUŞU İÇİN HAVALANARAK GELDİĞİ LÜLEBURGAZ SEMALARINDA İKEN ARIZALANAN JET UÇAĞININ BÜYÜK BİR OLASILIKLA LÜLEBURGAZ ÜZERİNE DÜŞÜP BİR FACİAYA NEDEN OLMASINI ENGELLEMEK İÇİN PARAŞÜTLE ATLA EMRİNE RAĞMEN ATLAMAYARAK HAYATININ BAHARINDA 24 YAŞINDA TOPRAĞA ÇAKILIP CANINI "LÜLEBURGAZ HALKI "İÇİN FEDA EDEN VE ŞEHİT DÜŞEN ASLEN 1939 ERZİNCAN DOĞUMLU OLUP MEŞHUR ERZİNCAN DEPREMİNDE ÖKSÜZ VE YETİM KALAN DEVLET TARAFINDAN OKUTULAN HAVA HARP OKULU BİRİNCİSİ "1959-1" MEZUNU AZİZ VE KAHRAMAN “HV.ŞHT.PLT.ÜTGM.İBRAHİM GERÇEK’in” ASLA UNUTULMADIĞINI ONUN ŞAHSINDA TÜM ŞEHİTLERİMİZE YÜCE ALLAH’TAN RAHMET DİLEYEREK HER ÖLÜM GÜNÜNDE O'NU ANARKEN YAPMIŞ OLDUĞU KAHRAMANLIĞININ LÜLEBURGAZ HALKI TARAFINDAN HER ZAMAN MİNNETLE HATIRLANACAĞINI AZİZ HATIRASININ LÜLEBURGAZ- TOKİ BURGAZKENT KONUTLARINDA"MEB KIRKLARELİ-LÜLEBURGAZ ŞHT PLT ÜTGM İBRAHİM GERÇEK İÖO" İSMİ VERİLEN OKULDA YAŞATILACAĞINI ÖNEMLE BELİRTEREK RUHU ŞAD MEKANI CENNET OLSUN.BİR FANİ OLARAK BİZ UNUTULSAKTA ONUN UNUTULMAMASINI YÜREKTEN DİLERİM.

ORHAN SUAT-E.ÖĞ/ARAŞTIRMACI-GAZETECİ-YAZAR

SAĞLIĞIMIZI KORUYALIM

BUGÜNDE SAĞLIĞIMIZ İLE İLGİLİ BAZI ÖNEMLİ BİLGİLERİ OKUYUN

“YAĞ” ve “ŞEKER” Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir. Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdırsizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi.Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece hasta olmaya mahkumuz.Elimizde iki tane yağ var şu anda. Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir. Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun. Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz. Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır. Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur. Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur Nasılaçık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, ama biz ne yaparız, antipasdiye bir boya süreriz paslanmasın diye. Vücudumuzun da antipasları vardır.

Bunlara biz antioksidan diyoruz.Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor. Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000 yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim.İkinci büyük hata şeker. Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.Peki şeker bir besin maddesi midir Değildir.Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?

Evet. Beyin glikozla çalışıyor.Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor. Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor. Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor. Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü? Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü; insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da vücut kendisi üretiyor.

Dışarıdan asla alınmasına gerek yok. Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz. Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.

O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye? Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli.Halbuki mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu, aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre % 46 daha şişmanlatıcı Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı. Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız.. Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.

Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma. O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor. Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur. Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış. 17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Amaneoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir...Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor. Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan.Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani;insanın
zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gram dolayındadır.
30 gram, 8 kesme şekeri yapar.Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazım yok. Karın tipi şişmanlık eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser.

O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.Bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak. Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz. Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman
karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.
- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?

- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.Kolesterol masum bir maddedir. Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar. Peki oksitleyen ne? Şeker.Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki;ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur.Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.yılda sadece kolesterol ilacı satımından
50 milyar dolar elde ediyorlar.

O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi. Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal,150 gibi bir değer ileri sürdüler. Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.Kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar. O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır.

İŞTE ATATÜRK'ÜN SÖZLERİ HERŞEYİ ANLATIYOR

M. Kemal Atatürk'den

“… Türkiye’yi yok etmeye girişenler, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkar paylaşarak birleşmiş ittifak etmişlerdir.

Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar duygular fikirler Türkiye’nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Bu geleneğin Türkiye’nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi bir takım bahanelerle Türkiye’nin iç hayatına iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Güç ve kuvvet elde etmişlerdir.

“… Bunların etkisinde kalarak milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin! Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir tarihte böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır.

İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakatlanmış bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her yıl, her yüzyıl biraz daha gerilemiş, daha çok düşmüştür.

“…Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye’nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahkûmmuş gibi, Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektirdiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye’de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki, ‘Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.’ Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı, bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. ‘Onlar Bizi idare etsin’ diyorlardı.”

Mustafa Kemal

6 Mart 1922

İŞTE ATATÜRKÇÜ GENÇLİK BUDUR...

KURTULUŞ SAVAŞI VE GENÇLİK

Atatürk'ün başlattığı bağımsızlık savaşının sonucunda, "hasta adam" teşhisi konulan bir yönetim, çağdaş, güçlü ve bağımsız yepyeni bir devlet kurmuştur. Atatürk bu mücadelesi ile insanlığa zorluklar karşısında yılmamanın önemini, azmin ve inancın gücü ile her türlü zorluğun aşılabileceğini, Türk Milleti'nin sahip olduğu asıl gücün nasıl büyük başarılar kazanabileceğini göstermiştir. Türk Milleti'nin 1918 yılında içinde bulunduğu karanlık tablonun değiştirilmesinde, vatan topraklarının düşman işgalinden kurtulup Cumhuriyet'in temellerinin atılmasında Türk gençlerinin büyük katkısı olmuştur.

Gençler Kurtuluş Savaşı öncesinde ve sonrasında hep aktif olarak Milli Mücadele'nin içinde yer almışlardır. Atatürk, Milli Mücadele'nin kazanılmasında gençlerin ne denli önemli bir sorumluluk yüklendiklerini görerek şöyle demiştir:

Gençler! Vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır. (1919) Atatürk'ün gençlere duyduğu güven, özellikle Milli Mücadele boyunca gençlerin kararlılıklarına, bağımsızlık konusunda gösterdikleri iradeye, fedakarlıklarına ve cesaretlerine şahit olması ile pekişmiştir. Gençlerin bağımsızlıklarına düşkünlükleri, özgürlük ve bağımsızlığın kendisinin karakteri olduğunu söyleyen Atatürk için çok önemlidir. Bir ulusta şerefin, haysiyetin, namusun varlığının ve sürekliliğinin, o ulusun özgürlük ve bağımsızlığa sahip olmasıyla mümkün olduğuna inanan Atatürk, bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: Ben yaşayabilmek için kesinlikle bağımsız bir ulusun çocuğu olarak kalmalıyım. Bu nedenle, ulusal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur. Ulus ve ülke yararlarının gerektirdiği, insanlığı oluşturan uluslardan her biriyle uygarlık gereği olan dostluk ve siyaset ilişkilerine büyük bir duyarlılıkla değer veririm. Ancak benim ulusumu tutsak etmek isteyen herhangi bir ulusun, bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.

Milli birlik ve beraberliğin sağlanmaya ve ülkenin geleceğinin belirlenmeye çalışıldığı ilk günlerde ise, tam bağımsızlıktan yana olmayan çevrelerin varlığı, manda yönetimi ihtimalini gündeme getirmiştir. Gerek ülkenin içinde bulunduğu koşulların ağırlığı, gerekse özveriden kaçınan kimi çevrelerin telkinleri, manda teklifinin ülkenin geleceğinin tartışıldığı en önemli toplantılardan biri olan Sivas Kongresi'nde ele alınmasına neden olmuştur. İşte bu dönemde gençlerin büyük çoğunluğunun, tek çözümü tam bağımsızlılığı savunan Atatürk'e destek olmakta bulmaları, Cumhuriyet tarihinin önemli gelişmelerindendir.Sivas Kongresi'ne tıp öğrencileri adına katılan bir sözcünün Mustafa Kemal'e hitaben yaptığı şu konuşma, Türk gençliğinin bağımsızlık mücadelesinde her yönüyle yer alacağını ortaya koymuştur:

“ Paşam, üyesi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki göreve katılmak üzere göndermişlerdir.Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz. Farz edelim, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i tel'in ederiz.”Atatürk gençlerin bu tavrından çok memnun kalmış, bağımsızlık için göze aldıkları fedakarlıkları ve gösterdikleri cesareti takdirle karşılamıştır: Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk milli bünyesinde asil kanın ifadesine dikkat edin. Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta olsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz... Parolamız tektir ve değişmez: “Ya istiklal ya ölüm.”

Türk gençliğinin gösterdiği bu kararlı tavır, bağımsızlık savaşı boyunca da devam etmiştir. Cephede vatan için savaşan gençlerin yanı sıra, cephe gerisinde yer alanlar da yaptıkları organizasyonlarla ve düzenledikleri mitinglerle, halkın bağımsızlık fikri etrafında kenetlenmesini sağlamışlardır. Yoksulluk, açlık, imkansızlıklar, işgal, iç isyanlar, düşmanla iş birliği yapan hainler ve ölüm tehlikesi gençleri yıldırmamış, bağımsızlık onlar için en değerli ideal olmuştur. Tüm bunlar Atamızın, bağımsızlığın muhakkak kazanılacağına dair inancını daha da güçlendirmiştir:Vatan mutlaka kurtulacak, millet mutlaka mutlu olacaktır. Çünkü kendi kurtuluşunu, kendi mutluluğunu memleketin ve milletin mutluluk ve kurtuluşu için feda edebilen vatan evlatları çoktur.

GENÇLİK KİMDİR NEDİR?

ATATÜRK TÜRK GENÇLİĞİNE NEDEN GÜVENİYORDU?

"Milletin bağrından temiz bir kuşak yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak" diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türk gençliğine her zaman için büyük güven duymuştur: Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum! Atatürk'ün Türk gençliğine duyduğu güven, 1918'de Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı günlere dayanır. İşgalin en ağır günlerinin yaşandığı ve ülke genelinde belirsizliğin hakim olduğu günlerde, Atatürk gençlerin kendisine umut verdiğini şöyle ifade etmektedir: Her şeye rağmen muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu inancı yaşatan kuvvet yalnız azim memleket ve millet hakkındaki sonsuz sevgim değil, bugünün karanlıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanları içinde, sırf vatan ve hakikat aşkı ile ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdür. 1919 yılında yaptığı bir başka konuşmasında ise içinde bulunulan koşulların gelecekte asla unutulmaması gerektiğini belirtirken, genç nesile duyduğu güveni bir kez daha dile getirmişti: Başımıza neler örülmek istenildiği ve nasıl mukavemet ettiğimiz ve daha doğrusu milletin arzu ve emellerine uyarak ve onun yardımıyla nasıl çalıştığımız görülmeli ve gelecek kuşaklar için ibret ve uyanıklığı gerektirmelidir. Zaten her şey unutulur. Fakat biz her şeyi gençliğe bırakacağız, o gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır; geleceğin ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir.

Atatürk'ün gençliğe bu derece güvenmesinin temelinde doğru eğitim almış, kişiliği tam anlamı ile gelişmiş bir gençliğin nelere güç yetirebileceğini biliyor olması bulunmaktadır. Atatürk gençliğin toplumdaki yerini ve toplumsal değişimdeki önemini kavramış ve genç neslin üstleneceği dinamizme inanmıştır. Zeki, doğruyu yanlıştan ayırabilecek vicdana sahip, manevi olarak güçlü, ahlaklı, kütürlü, ülkenin sorunları ile ilgili, bu sorunlara kalıcı çözümler üretebilen, milli karakteri temsil eden, çalışkan, vatansever, tarihi bilince sahip bir gençliğin ülke nasıl bir duruma düşerse düşsün her zorluğu aşabileceği bir gerçektir. Bu nitelikte bir genç nesil topluma cesaret ve güç verecek, o toplumu sürekli daha ileriye taşıyacaktır. Atatürk de "Gençler, cesaretimizi pekiştiren ve sürdüren sizsiniz" derken, Türk gençliğinin bu özelliklere sahip olan asil bir gençlik olduğuna inanmıştır. Başkumandanlık Meydan Savaşı'nın ikinci yıldönümünde söylenen bu sözlerde Atatürk'ün gençliğe inancı ve güveni açıkça görülmektedir.

Gençleri, "bugünün teminatı, yarının garantisi" olarak gören Atatürk'e göre Türk gençliği "terbiye ve kültürü ile vatan sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli simgesi olacaktır." Bunun için gençliğin sorumluluklarının bilincinde, Atatürk ilkelerinin fikirlerini ve ideolojisini benimsemiş ve onun yolundan ayrılmamaya azmetmiş bir gençlik olması şarttır. Bu azim ve şevkin ölçüsünü, kendisini yorulmadan izleyeceklerini söyleyen bir grup gence Atatürk şöyle tarif etmiştir: Siz genç arkadaşlar, yorulmadan beni izlemeye söz vermişsiniz. İşte ben bu sözden çok duygulandım. Yorulmadan beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar yorulmak ne demek? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman bile durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada dinlenmeden beni izlemektir. Yorgunluk insan için doğal bir durumdur. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir güç vardır ki, işte bu güç yorulanları dinlendirmeden yürütür.

Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları, yorulsanız bile beni izleyeceksiniz. Ben bu akşam buraya yalnız bunu anlatmak için gelmiş bulunuyorum. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler hiçbir zaman yorulmazlar. Türk gençliği hedefe, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.

Değişen Global Dünya koşulları ve Emperyalizm emelleri içinde Cumhuriyetimiz kuruluşundan beri bugünlerde gördüğü ihaneti ve düşmanlığı görmedi yaşamadı bize bunu yaşatanları Büyük Atatürk’ün inandığı demokrasi yolu ile temizlemeye az kaldı. Haydi Atatürkçü Gençler seçimde söz sizdedir…